28 Nisan 2017 Cuma

2017 Yabancı Video Klip Listesi


2017 Yabancı Klipler , 2017 hit yabancı klipler , 2017 yabancı video klipler , 2017 hits video izle , 2017 en iyi yabancı şarkıları bu listede...

2017 Kliplerini Listedeki Şarkılara Tıklayarak İzleyebilirsiniz.
2017 Yabancı Hit Klipleri İzle - Hazırlayan Müzikliste
Bu Video Listesi Sadece,
Masaüstü Versiyonda Görüntülene Bilir!
Bilgisayar veya Tabletinizden İzleyebilirsiniz.

25 Nisan 2017 Salı

Komitas: Deliliğin Arkeolojisi

"Road" - S.Pipoyan

Komitas yalnızca müziğiyle değil, soykırım sonrasında yaşadıklarıyla da Ermenistan için önemli bir figür oldu. Komitas’ın müziği bizim geçmişi hatırlamamız için ne kadar önemliyse, yaşadığı psikolojik rahatsızlık da soykırımın bireyler üzerindeki etkilerini simgelemesi açısından bir o kadar önemli. Komitas’ın soykırımdan sonra ortaya çıkan ve müzik üretimini de engelleyen psikolojik rahatsızlığı üzerine pek çok kitap yazıldı. Bunlardan biri Rita Soulahian Kuyumjian’ın Deliliğin Arkeolojisi: Komitas, Bir Ermeni İkonunun Portresi kitabı. Yazar bu kitapta Komitas’ın hayat hikayesine yer vererek, hayatının son 20 yılında yaşadığı psikolojik rahatsızlığın (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) hangi olaylar sonucunda gerçekleştiğinin izini sürüyor. Bu yazıda, Kuyumjian’ın kitabından yararlanarak, Komitas’ı TSSB’ye sürükleyen etkenlerden bahsedecek ve travmatik deneyimler sonrasında yaşadığı yası nasıl yaratıcılığıyla dönüştürdüğünü ele alacağız.

1869 yılında doğan Komitas, henüz altı aylıkken annesini kaybeder. Annesi öldükten sonra Komitas’a babaannesi bakmış olsa da, arkadaşlarının anılarına bakıldığında aldığı bakımın yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Eşinin kaybından sonra alkol bağımlısı olan babası ve Komitas’ı Bursa’da bir okula gönderir. 10 yaşındayken Komitas’ın babası da hayatını kaybeder ve tekrar Kütahya’ya geri döner. Bütün bu aşamalar Komitas’ı yaşadığı zihinsel rahatsızlığa karşı savunmasız bırakan etkenlerdir, çünkü en ihtiyacı olduğu dönemde ilgiden ve güven duygusundan yoksun kalmıştır.

1881 yılında Doğu Ermenistan, Eçmiyadzin’deki Kevorkyan Ruhban Okulu’na gönderilir. Komitas Ermenice bilmediği için IV. Kevork sinirlense de, Komitas’ın sesinden çok etkilenir. Burada öğrenciliğe devam ederken tatillerde arkadaşlarının köylerine gider ve orada dinlediği halk müziklerinden çok etkilenir. Duyduğu müziklerin o an söylenip kaybolduğunu dert edinen Komitas, şarkıların kaybolmaması için onları kağıda yazar, daha sonra Limonciyan yöntemiyle kayıt altına almaya başlar. Bu çalışmalarından dolayı köylüler ona “Notacı Vartabet adını vermiştir.
"Msho horovel" - A.Grigorian

Bu şarkıları kayıt altına alırken kimileri tarafından da oldukça ağır bir şekilde eleştirilir. Düğün, aşk şarkıları, ninni ve dans müziklerini derlediği “Ağın Ezgileri” yayınlanınca, Manastırdaki bir grup bekarlığa yeminli bir papazın aşk şarkıları yazması, söylemesi ve hatta öğretmesinin onaylanmadığını duyururlar. Ve Komitas, kariyeri boyunca benzer tepkilere maruz kalır: Verdiği konserler, koro çalışmaları, yayınları engellenmeye çalışılır. Bu tepkiler, Komitas’ın rahiplik ve sanatçılık kimlikleri arasında çatışma yaşamasına sebep olmuştur. Aldığı tepkilerden dolayı, müzik eğitimi için Tiflis’e oradan da Berlin’e gider.

Birkaç yıl sonra tekrar Ermenistan’a geri döndüğünde benzer dedikodularla uğraşmak zorunda kalır. Maaşı yarıya indirilir ve yaptığı çalışmalar takdir edilmez. Bu baskılar sonrasında Tiflis’ten de bir iş teklifi almasına rağmen, İstanbul’dan gelen koro şefliği yapma teklifini kabul eder. Adana’da Ermenilerin katledilmesinin üzerinden çok geçmemesine ve politik baskıların devam etmesine rağmen, İstanbul’u tercih etmesi bu baskılardan olabildiğince uzaklaşmak istediğini göstermektedir. Savaş dolayısıyla çalışmaları istediği gibi gitmese de, İstanbul’da üretmeye devam eder. Bu arada, bütün Ermeniler’den silahlarını teslim etmesi istenir. Silahlarını teslim edenlerin bazıları idam edilir, bazıları da hükümete karşı komplo kurmakla suçlanır. “Bu dönemin gaddarlıklarından mümkün olduğu kadar aklını ve duygularını korumak için” çalışmaya devam eder ve küçük bir koro oluşturur. Jön Türkler’in düzenlediği bir gecede korosunun yer alması istenir. Bundan tam 3 hafta sonra ise, “milliyetçi duygular” beslediğinden şüphelenilen, içlerinde Komitas’ın da olduğu, 200’den fazla Ermeni aydını tutuklanır. Birkaç hafta içinde toplam 2345 Ermeni aydını tutuklanacaktır.

24 Nisan 1915

Tutuklandıktan sonra Haydarpaşa’ya getirilen sürgünlere Ankara’ya gidecekleri söylenir. Ankara’ya vardıklarında bir grup Ayaş’a, Komitas’ın bulunduğu diğer grup da at arabalarıyla 3 gün sürecek bir yolculukla Çankırı’ya gönderilir. Yolculuk başladığında Komitas ve diğer yolcular ruhsal çöküntü belirtileri göstermeye başlamıştır. Komitas tren yolculuğu süresince sessiz ve içine kapanıktır. Çankırı’ya giderken durdukları mola yerinde yaşadığı bir olay Kuyumjian tarafından, TSSB’yi tetikleyen en önemli olaylardan biri olarak görülmektedir: Sürgünler mola yerinde su içerken sıra Komitas’a gelir, fakat daha Komitas suyu içemeden atlı bir asker gelerek elinden kovayı zorla çekip alır. Bu olay sonrasında Komitas, jandarmaları eğilerek selamlar ve uzun bir süre su içmeyi reddeder. Bazen “hiç kimse anlamıyor” diye kendi kendine mırıldanır, bazen geride bıraktığı işlerini düşünerek feryat eder. Yaşadığı bu olaydan sonra “bambaşka birisine dönüşmüştür”.

Kamptan kurtulmasına rağmen, Komitas “aynı insan değildi… İçinde, derinlerde bir şey yıkılmış gibiydi…” (1). Tekrar polisler tarafından yakalanacağına dair büyük bir kaygı yaşadığı için, dolambaçlı yollar takip ederek sokaklarda yürür. Özellikle Çankırı’daki yolculuğa dair bir imge Komitas’ta bir saplantı haline dönüşmüştür: “…yerinden yurdundan edilmiş binlerce çocuk, kadın, yaşlı genç Ermeni’den oluşan bir kafile gördüm. Geceyi tepede, hep birlikte bir kantik söyleyerek geçirmişlerdi… ‘Sabah mibarek olsun’”. (2) Halbuki Ermeni halkının sürgünü 29 Mayıs 1915’te alınan bir kararla birlikte başladığı için bu mümkün değildir. Bu saplantılı imge, Komitas’ın İstanbul’a dönerken ve döndükten sonra duyduğu “tehcir”e dair duygusal ve fiziksel vahşet tasvirleriyle birlikte başlamıştır. Duydukları zihninde detaylı görsel halüsinasyonların tohumlarını ekmiştir. Aynı zamanda Komitas, hayatta kalanlardan olduğu için büyük bir suçluluk duygusu taşımaktadır. Birileri ona sürgündekileri sorunca, kendi “özgürlüğünden” utandığı için oradan uzaklaşır. Dolayısıyla, bu durum sosyal ilişkilerini de oldukça etkilemiş, yalnızlamıştır.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Tüm bunları göz önünde bulundurarak yazar bu belirtileri Travma Sonrası Stres Bozukluğu olarak tanımlamaktadır: Her yerde kendini takip eden işkencecisini görmesi, olayı yeniden yaşamamak için hatırlatıcılardan uzak durması (uzun süre su içmemesi), tehcirle ilgili haber getirecek arkadaşlarından uzaklaşması (kaçınma davranışı), aşırı sinirli ve şüpheli olması, sokaklarda aşırı dikkatli davranması (sürekli uyarılma), maddi ve manevi destek eksikliği yaşaması.

Komitas’ın aşırı kaygılı hali boşuna değildir. Tutuklamalar, tehcir ve meydan dayakları devam ederken kendisini güvende hissetmesi mümkün değildir. Tutuklanma ve işkence korkuları yaşıyor, yalnızlık hissediyordu. Geceleri uykuya dalamıyor, uykuya daldığındaysa kabuslarla uyanıyordu. Bu halini gören arkadaşı Dr. Torkomyan Komitas’ı Fransız Lape Hastanesine yatırmaya karar verir. Komitas hastanaye yatmak istemediği için, kendisine birtakım sorular sorulacağı söylenerek, hastaneye götürülür. Kendisinden habersiz gerçekleştirildiği için, Türk ordusu tarafından yönetilen hastanede bir kez daha “Türk ordusunun esiri” gibi hissetmiştir. Burada onunla Baş psikiyatrist Dr. Mazhar Osman Uzman, Dr. Torkomyan ve Dr. Konos ilgilenir. Dr. Osman Türk nöropsikiyatrisinin kurucusu sayılmasına rağmen, Komitas için yalnızca korkutucu bir Türk’tür. Dr. Konos Rum olduğu ve Komitas gibi bir azınlık olduğu için onunla daha güvenli bir ilişki kurmuştur. Fakat, Torkomyan onun için yalnızca “onu aldatan arkadaşı”dır.

"The Ever-ringing Belfry" - G.Khanjian

Bu noktada, Kuyumjian devlet teröründen kaynaklanan Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun tedavisinde rol oynayan üç unsura dikkat çekmektedir. Birincisi, genetik yatkınlığın yanı sıra, kişinin iç dünyasını ve dış gerçeklikle ilişkisini şekillendiren kişisel deneyimleridir. Komitas çocukluğunda yaşadığı kayıplara karşı özgüven duygusu geliştirmesine rağmen, sürgün sırasında ve sonrasında yaşadıklarıyla özgüveni elinden alınmıştır. İkincisi, tedavinin kurumsal boyutudur. Türk ordusuna ait bir hastanede olduğu için kendisini “düşmanın ellerinde” hissetmektedir. Dolayısıyla burada kaldığı 3 sene boyunca hiçbir iyileşme görülmemesi olağandır. Son olarak, terapistlerin kişisel özellikleri de tedaviyi etkilemektedir. Komitas’ın yaşadıklarına bakıldığında bu durum “etnisite konusu” halini almıştır. Devletin Ermeniler’e karşı yürüttüğü politikalar gözler önündeyken, doktorlar bu politikalardan ne ölçüde etkileniyorlardı? Dr. Mazhar Osman, devletin Ermeni karşıtı politikalarına aktif olarak katılmamış olsa bile Komitas özgül bir uyaranı genelleyerek, ona karşı itaat ve korku karışımı tepkiler vermiştir.

Kendisi de devlet teröründen hayatta kalan biri olan Dr. Torkamyan’la ilişkisi ise oldukça karışıktır. Genellikle kendisi de devlet teröründen etkilenen ruh sağlığı çalışanları saldırganlık duygularını engellemekte güçlük çekerler. Öfke duygularını, adaletin gelmeyeceği inancıyla hastalara yönlendirebilirler. Torkomyan, öfkesini Komitas’a yönelterek müzik projelerine yoğunlaşmasını engellemiştir. Yaşadıklarının soykırımdan kaynaklanmadığını, aşırı çalışmadan dolayı tükenmişlik hissettiğini iddia etmiştir. Bu düşünce biçimi, onu daha tehlikesiz ve çalışılabilir bir alana götürmektedir. Bu sayede kendi ruhsal dengesini koruması da mümkündür.

Fransız Lape Hastanesi’nde hiçbir ilerleme kaydetmediğini gören arkadaşları onu Paris’te bir hastaneye göndermeye karar verirler. Paris’teki masraflarını karşılamak için “Komitas Vartabedi Paragamneru Hantnakhump (Komitas’ın arkadaşları)” isimli bir grup kurarlar. Maison Speciale de Sante de Bille Evrard’a yatırılan Komitas’ın doktoru Ermeni psikiyatrist Paul Cololion’du. Rapora göre, Komitas’ın zulüm gördüğüne dair hezeyanlarının olması fiili zulüm deneyimlerine dayanmaktadır. Bu süreçte Komitas, soykırımdan hayatta kalanların katlandığı acıların yaşayan bir simgesi olarak algılanmaya başlamıştır.

Uzun yıllar Komitas’ın hastalığı şizofreni olarak yorumlansa da, Komitas soyutlama kullanma ve anlama yeteneğini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Ziyaretçileriyle konuşurken Ville Evrard’ı bir mezarlığa benzetiyor, Ermeni ve Avrupai müzik formlarını “şeftali ve kayısı” şeklinde yorumluyordu. Hastanede yattığı sürede pek çok ziyaretçisi olmuştur. Ama kendisini hastaneye yatıran arkadaşlarına ya onları kovacak kadar öfkeyle davranıyor ya da kayıtsız kalıyordu. Bu tepkileri ziyaretçilerinin azalmasına sebep olmuştur. Halbuki travma geçirmiş bir kişinin kendi düşünce ve hareketlerini kontrol edememesi sebebiyle yaşadığı utanç ve çaresizlik duygularının kızgınlık ve içe kapanmaya dönüştüğünü bilmiyorlardı. Komitas, Levin’in “yoğun bir biçimde acı veren dehşet, tiksinti, öfke, kaygı, irkinti ve endişe duygularını içeren, travma kalıntısı” dediği şeyi yaşıyordu.

Komitas: Yaratıcılık ve Yas
Kuyumjian, Komitas’ın geleneksel Ermeni müziğinin köklerini bulma dürtüsünün büyük ölçüde çocukluğunda kaybettiği ebeveynlerinin yasını tutmaya, simgesel olarak onları diriltmeye, yönelik bir girişim olduğunu öne sürmektedir. Komitas’ın yaratıcılığı yas tutma süreciyle iç içe girmiştir. Ermeni müziğinin temellerini ortaya çıkarırken inkar, öfke, keder ve çözülme gibi yas evrelerini de yaşamaktadır.

Komitas, sanatını kullanarak kayıplarına olan kederini dönüştürmeye çalışmaktadır. Bu tür yerine koyma girişimleri kayıp kişinin hayatını ebedileştirmek anlamına da gelmektedir. Yeniden yaratma süreçleri biçimi ne olursa olsun sürecin sonunda ortaya çıkan nesne kayıp figürün simgesel temsillerini içerir. Örneğin, annesinin kaybıyla yaşadığı yalnızlık ve çaresizlik duygusunu yazdığı şiirlerle dönüştürmeye çalışır:
Okşarken taze çayırları
İkinci yazımın güneşi,
Batının sarı baharını
Annemin içine çekmesi gibi,
Havalanıp sunağa gitti
Göğün beyaz güvercini misali
Ruhunu bir sığınak
Beni yalnız ve garip bırakarak. (3)

Komitas’ın Ermeni kültür mirasını koruma çabalarının yakıtı kendi hayatında yaşadığı olaylardır. Karşılaştığı her geleneksel müziği kaydetmesi ebeveynlerinin müziğini ve onların yaşamsal bir parçasını korumak için yaptığı simgesel bir girişimdir. Zihinsel ve duygusal dünyasında kayıp ebeveynleri şarkılara dönüşmüştür. Onları ölümsüzleştirme çabasıyla, kendini Ermeni halk şarkılarını ebedileştirmeye adamıştır. Ayrıca manevi babası IV. Kevork’un ölümünden sonra da kilise müziğiyle ilgilenmeye başlamıştır.

Çankırı yolculuğu sırasında yaşadıkları sonucunda ortaya çıkan hastalığı ise yas tutmaya karşı geliştirdiği bu yaratıcı yaklaşıma son vermiştir. Esaret ve soykırım karşısında yaratıcı bir karşılık verememesi onu TSSB’ye itmiştir. Yine de, Komitas’ın müziği Ermeni halkının psikolojik yaraları üzerinden son derece iyileştirici bir etki yarattı. Onun yas tutma yöntemi tüm ulusun iyileşmesinde önemli bir rol oynadı.


(1)    Dikran Çituni, 92.
(2)  Çituni, 93.
(3) Komitas Vartabet. Şiirler, yayına hazırlayan Toros Azadyan (İstanbul: Mışaguyt, 1939): 19.



20 Nisan 2017 Perşembe

TATEVIK SHAKHKULYAN ILE GOMIDAS VE MÜZIK ÜZERINE SOHBET


Yerevan’da Gomidas Müzesi Araştırma Bölüm Başkanı Tatevik Shakhulyan ile müzik üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Çat kapı gidip derdimizi anlattığımızda yoğun temposuna rağmen bizi geri çevirmeyip her sorumuza içtenlikle yanıt verdi. Yerevan’da devlet konservatuarında verdiği derslerden; Ermenice, İngilizce, Rusça, İngilizce, Polonyaca yayımlanmış makalelerinden, müzikoloji alanındaki post doktora çalışmasından ve özellikle Gomidas üzerine yaptığı araştırmalardan haberdar olduğumuz için Tatevik’le konuşmaya çok hevesliydik. Fakat uzmanlığına ek olarak, kendisiyle konuşurken Gomidas’a olan hayranlığı ve müziğe duyduğu tutkuyu hissetmemek mümkün değildi. Onun heyecanı bize de geçti diyor; samimiyeti, sıcakkanlılığı ve bize ayırdığı zaman için teşekkür ediyor, sözü kendisine bırakıyoruz:


Bizimle görüşmeyi kabul ettiğiniz ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Öncelikle kendinizi tanıtmanızı rica edeceğim, genel olarak neler yapıyorsunuz? İlgi alanlarınız neler?

Ben Tatevik Shakhkulyan. Tatevik tipik bir Ermeni ismi. Branşım müzikoloji, aslında müzikolog olarak çalışıyorum. Genel olarak işimden bahsedeyim, Gomidas Müzesi Enstitüsü’nde temel olarak Gomidas üzerine çalışıyorum. Burada araştırma departmanındayım. Gomidas'ın hayatı, yaptıkları, aktiviteleri, müzikoloji alanındaki saha çalışmaları, dini müzik üzerine odaklanıyorum. Saha çalışması dediğimizde kastettiğimiz şey şu: uzmanlar şehirlere köylere gidip müzik topluyor. Gomidas da bir müzik koleksiyoncusuydu. Bugün sahip olduğumuz en önemli şeylerden birisi bu. Gomidas bu alanda en başarılı uzmanlardan birisiydi.

Çalıştığım üç temel alandan bir tanesi besteler, ikincisi etno-müzikoloji, üçüncü alan Hristiyanlıktan gelen Ermeni dini müziği. Ayrıca Ermeni müziği, folk müzik, dini müzik ve besteler üzerine uzmanlığım var. Gomidas Devlet Konservatuarı'nda solfej ve harmoni üzerine teorik müzik üzerine ders veriyorum. Yani alanım sadece Gomidas ile sınırlı değil, genel olarak müzik diyebilirim. Bu müzede iki yıldan kısa süredir çalışıyorum. Öncesinde Avusturya'da araştırma yapıyordum. Öncesinde de Ermenistan'da konservatuardaydım. Yani bir müzikoloğum diyerek toparlayayım.

Bize Ermeni folk müziği hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Çok geniş bir soru sorduğumun farkındayım ama genel olarak neler söyleyebiliriz?

Genel olarak, folk müziği iki başlıkta inceleyebiliriz. İlki otantik müzik: Uzak yerleşim yerlerindeki, köylerdeki müzik diyebiliriz. Mesela düşünün, Ermeniler geniş bir alanda yaşıyor, Ermenistan, İran, Gürcistan, Türkiye... Bu bilgiyi sevecek misiniz sevmeyecek misiniz bilemiyorum ama soykırımdan önce birçok Ermeni yaşıyordu bu bölgede. Politikadan bahsetmeyeceğim ama Doğu ve Batı Ermenistan'dan bahsetmem gerek. Batı Ermenistan Türkiye'nin çeşitli bölgeleri. Günümüzdeki Ermenistan da, tarihsel Ermenistan da kendi ayrı folk kültürüne sahip. Mesela bugünün Türkiye’sini düşünelim, İstanbul'da bugün çok farklı kültürler varken, Mersin'e Tunceli'ye gittiğinizde kültür değişiyor bir ulus içinde bile. Ermeniler de, biz Ermeni’yiz, deseler de kültürleri çeşitlilik gösteriyor. Bu mekanlardan her biri kendi kültürünü taşıyor. Tüm bu bölgelerde aynı şarkının aynı şekilde söylendiğini görebilirsiniz, fakat çok ufak değişikliklerle. Bir dili düşünün, herhangi bir dili yani, sadece Ermeniceyi değil. İngilizceyi düşünün mesela, İngiltere ile Amerika epeyce farklı biçimlerde İngilizce konuşuyor. Ya da Avusturalya için de bu söylenebilir. Ermenice için de bu geçerli. Muhtemelen Türkçe de öyledir. İlginç olan şu, müzik de aynı ihtimali içinde barındırıyor. Mesela bu topraklarda insanlar aynı şarkıyı söylüyor, başka yerde aynı şarkıyı başka şekilde. Ama aynı şarkı, aynı sözler, aynı melodi farklı varyasyonlarıyla. Yani üzerinde yaşanan bahsettiğimiz yöre ile ilgili. İnsanların, bir ulusların farklı kültürlere sahip olması yaptıkları aktivitelerle ilgili. Mesela Afrika'da yaşayan insanları düşünelim. Tanrı'ya yağmur yağması için dua ediyorlar, çünkü yaşadıkları sorunlar onunla ilişkili. Şarkıları da Tanrı'ya yağmur vermesi için yalvarmayla ilgili. Her ulusun aktiviteleriyle, yaşam tarzıyla ilişkilidir folk şarkıları. Diğer kültürlerde olduğu gibi, Ermeni folk müziğinde de Ermenilerin yaşam tarzını görmek mümkündür. Her ulusta mesela düğün şarkıları vardır, düğün kültürü değişir ulustan ulusa, Uzak Doğu’da, Çin’de, Japonya’da mesela, her biri kendine özgüdür. Çalışma şarkıları ilginçtir ayrıca, insanlar nasıl yaşıyor, ne yapıyor, ne yiyor, yani onların yaşam biçimini yansıtır çalışma ile ilgili şarkıları.

Bu noktada Gomidas’ın yaptığı işin önemine değinirsek, Gomidas bu şarkıları kayıt eden kişiydi. Sahaya gitti, bu sürece dahil oldu. Ya da aşk şarkılarını düşünelim, aşk şarkısı olmayan ulus var mıdır? Ya da espiri için yazılmış şarkısı olmayan? Ama tipik olarak Ermenilere özgü olanlara bakarsak, bir tanesi, horovel dediğimiz çalışma şarkıları. Başka bu türün yaygın olduğu kültür var mı bilmiyorum.Horovel Ermenice bir sözcük. Yirminci yüzyılın yarısından sonra çalışma hayatındaki eski ayrımlar yok oluyor, ama öncesinde insanlar hayvanlarla çalışıyordu. İnsanlar da bu hayvanlar için de şarkılar söylüyordu, çalışan hayvanlar için. Antoni Ermenistan'a özgü olan bir başka Ermeni müziği çeşidi. İnsanlar aileleriyle birlikte yaşarken para kazanmak için ailelerini geçindirebilmek için başka ülkeye göç etmeye zorlanıyorlar. Üzgünüm ama tekrar söylemek zorundayım, tarihte yaşanmış şeyleri değiştiremem. Türkiye'deki topraklardan da diğer ülkelere gitmek zorunda kaldılar. Sonra ne oldu? Kültürden bahsediyorum, politikadan değil. Başka ülkeye gitmek zorunda bırakıldıklarında evlerinden uzak düşmüş oldular. Özlüyorlardı, çocuklukları geride kalmıştı. Dolayısıyla belirli bir şarkı biçimi oluştu, buna antoni deniliyor. Antoni şarkıları çok hoştur. Gomidas Paris’teyken, bir antoni şarkısı dinletiyor insanlara. Bu bir folk şarkısı ama aranjmanı Gomidas tarafından yapılmış. Fransız bestekar Claude Debussy, 20. yüzyılda Avrupa’da Batı müziğindeki en önemli müzisyenlerden birisi. Gomidas hem ders veriyor hem şarkı söylüyordu, Claude Debussy de oradaydı, ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Eğer bir ulus böyle bir şarkıya sahipse, bu ulus yaşayacaktır. Bu şarkı Gomidas'ı dünya mirasının bir parçası yapacak kadar değerlidir”, der. Bu şarkılar folk ürünleri, ama spesifik olarak çok hoşturlar.

Bir diğer olgu, destansı şarkılar. Birçok kültürde özgün destanlar var. Mesela Gılgamış, ya da Hint kültüründe başka destanlar var, İngiltere'nin kendine özgü çok ilginç destanları var. Ermenistan'ın meşhur destanı da David of Sassoun. Bizim ulusumuz da bu destanı söylüyor, sadece bizde de değil aslında. Belki biraz geleneğimizden bahsetmem lazım. Nasıl bu folk şarkılar yaşamayı, günümüze gelmeyi başardı? Babalarımız, dedelerimiz bu şarkıları, destanları söyledi, torunlar bunları dinleyerek büyüdü. Sözlü gelenek içinde kuşaktan kuşağa aktarılarak yüzlerce yıl, belki binlerce yıl yaşamayı başardı bu şekilde. Günümüze kadar geldi. Gomidas bunları derledi topladı kaydetti. Bu şarkılar özgün şarkılardır. Batı kültüründe müzik teorisi üzerine çok sayıda yazılmış kitap var. Ben de çok sayıda kitap okudum melodi çeşitleri ile ilgili. Batılı bilim insanları nasıl ayırıyor şarkı çeşitlerini, bunu anlamak için. Bizim bu çeşit folk şarkılarımız tanımlanmıyor orada. Çünkü bunlar özgün, diğer kültürlerde bunlarla karşılaşmıyorsunuz. Ya da bazı müzik türlerini düşünelim, bazıları belirli kültürlere özgüdür.

Biraz da farklı kültürlerin müzikleri arasındaki etkileşimden bahsedebilir miyiz?

Bu önemli bir konu. Etkileşim çok rastladığımız bir olgu. Yine dil örneğinde olduğu gibi, mesela İngilizcede computer diyoruz, Türkçede başka şey. Bazen bir sözcüğü diğer dilden ödünç alıyorsun. Bu çok sık rastlanan bir olgu, başka bir kültür de sizin dilinizden kelime alıyor. Özellikle dilde bunu çok net görebiliyoruz. Bu normaldir. Birçok Türkçe kelime Ermenicede var, bu çok doğal. Ben Dersim'deyken Tiran diye bir yer vardı ve insanlar bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Tiran, Ermenicede kayısı anlamına gelir. Ermenicede de mesela çok olmasa da Arapçadan, Türkçeden ve özellikle Kürtçeden kelimeler var. Bu çok doğal bir süreç. İnsanlar düşün, bir şehirde komşu olarak yaşıyorlar, farklı işler yapıyorlar. Birinin evi burada birinin şuurda ama birbirlerini dinliyorlar çünkü komşular, ilişki geliştiriyorlar. Ermeniler, Türkler, Kürtler, Yunanlar, İranlılar ve diğerleri aynı yerde yaşıyorlar. Komşu olarak büyük şehirlerde birlikte yaşarken bir kültür geliştiriyorlar, bu ortak yanları olan bir kültür. Sarı Gelin şarkısını düşün, yazarı kim, hangi ulusun? Bu saçma bir soru, neden, çünkü bu şarkı böyle bir ortamda yaratıldı, farklı uluslardan insanların yaşadığı bir ortamda. Bugüne dek bu uluslardan insanlar bu şarkıyı söyledi, bu doğaldır. Köylerde, uzak yerleşim yerlerinde yazılmış şarkılar var. Bunları tanımlamak zor, belli bir yazarı yok. Farklı kültürlerden etkilere kapalı yerlerde yazılmış bir Kürt bölgesindeki mesela bir şarkı da olabilir. Dolayısıyla bir folk şarkının nerde oluştuğu önemli, bir kapalı bir köyde mi, yoksa farklı kültürlerden uluslardan insanların yaşadığı bir şehirde mi. Bu şekilde anlayabiliriz.

Kültürlerin birbirilerinden etkilenmesinin çok doğal olduğunu açıkladınız ve özellikle bazı durumlarda bir şarkının kime, hangi ulusa ait olduğunu sorgulamanın anlamsız olduğunu ifade ettiniz. Ama biraz daha spesifik olarak, Kürt, İran, Türk ve Ermeni müziği birbirini nasıl etkiledi? Paylaştıkları neler var, kullanılan enstrümanlar, melodiler, ritimler, şarkılar?

Gomidas bu alanda çok çalıştı. Ben de şu anda enstrümanlar üzerine çalışıyorum. Gomidas tüm bu uluslardan şehre uzak yerleşim yerlerine gitti, Ermeniler, Türkler, Kürtler, Araplar, İranlılar, hepsinin kendine özgü özelliklerini anlayabilmek için. Amacı neydi peki? Tüm bu ulusların kendi özgün yanlarını ortaya çıkarabilmek. Birçok formül buldu ama ne yazık ki çalışmalarının birçoğunu bilmiyoruz şu an. Çok sayıda kitap yazdığını biliyoruz. Ama ulaştığı bazı sonuçları biz bugün bilmiyoruz. Ben bir kısmının İstanbul'da olabileceğine inanıyorum, arşivlerde. Lütfen bu bilgilerin sadece Ermeniler için değil, tüm uluslar için önemli olduğunu göz önünde bulundurun. Şu an elimizde Gomidas'ın düşünce biçimine dair bilgiler var. Mesela 1899'da Berlin'deyken, farklı ulusların karakteristikleri ve etkileşimi üzerine çalışıyordu, dersler veriyordu. Mesela şunu gösteriyordu, farklı uluslar bir şarkıyı farklı tavırlarda söylüyordu. Uluslararası düzeyde şarkının formuna odaklanıyordu, bunu göstermeye çalışıyordu. Bu alanda kendi tecrübem çok fazla değil ama müzikte tavrın değiştiğini görebiliyorum. Mesela melismanın ne olduğunu biliyor musunuz? Türkler melismaları diğer uluslardan daha sık kullanıyor. Şarkı söyleyen birini gördüğümde Ermeni olup olmadığını net söyleyebilirim. Muhtemelen bir Türk uzman da karıştırmayacaktır benzer bir durumda, çünkü şarkı söyleme biçimi değişiyor. Ermeni folk müziğinde de diğer kültürlerde görmeyeceğiniz bazı özellikler var. Aynı zamanda bütün bu bahsettiğimiz kültürlerde var olan şarkılar da içeriyor. Biçim değişiyor. Örneğin Gomidas Kürt şarkılarını tanımlıyor, ben bu konuda uzman değilim ama. Özgün yanlarını açıklıyor Gomidas, Kürtlerin yaşam tarzıyla ilişkisini açıklıyor. Kürtler hayvancılık yaygındı, çobanlık yapıyorlardı, hayvanlarını alıp dağa götürüp otlatıyorlardı. O ortamı hayal edebilirsiniz, her şey olabilir; mesela havanın rüzgarlı olduğu gün olur yağmurlu olduğu gün olur. Gomidas'a göre, Kürtlerin şarkıları çobanlık yaşamından etkilenmiştir. Mesela daha doğaçlama şarkılardır. Çobanın aklına ne gelirse o an, onu söyler şarkı olarak. Bu özgündür. Ayrıca, her ulusun belli dini var. Din de etkiler çünkü zihniyet değişir buna bağlı olarak. Dolayısıyla etkileşim olsa da özgün yanları da olacak. Devam edelim, dil başka br faktör. Her dilin kendi yapısı var. 

Enstrümanlardan devam edersek, Gomidas der ki her ulusun kendine özgü müzik enstrümanı var. Mesela üflemeli bazı belli enstrümanlar var Ermenilere özgü. Hiç çalmayı denemedim ama bu üflemeli çalgılarda uzmanlaşmış insanlar var. Gomidas bunun Ermenilere has olduğunu söyler. İngilizcem yetmeyecek ama başka kültürlerde de üflemeli çalgılardan bahsetmeye çalışayım. Mesela içi boş olan bitkilerden koparıyor insanlar, onlardan müzik yapıyor. Müzik enstrümanı için de şu geçerli, bu kimin diye sormak saçma. Ama aynı zamanda nasıl her ulus bu enstrümanı geliştirdi? Örneğin Ermenilerin üflemeli çalgılar geliştirdiklerini biliyoruz. Kayısı ağacından yapılıyor. Bu şekilde ermeni ustaları özgün enstrüman geliştiriyorlar, duduk mesela. Bildiğiniz üzere duduk üzerine çalışan Ermeni ustaları dünyada belki de en başarılıları, özgün çünkü. Öte yandan bu enstrümanın diğerleri tarafından da çalınmadığı anlamına gelmiyor bu. Her biri bunu nasıl yapıyor? Avrupa'da da senfoni orkestralarında bile üflemeli çalgılar var, klarnet var, flüt var. Bu enstrümanların kökleri folk enstrümanlar. Tar, saz, kemençe; farklı isimleri olsa da bunları da birçok ulusun müziğinde görebiliyorsunuz. Bunlar genellikle daha yerel enstrümanlar. Yine Gomidas'ın söyledikleri üzerinden konuşuyorum. Sayat Nova'yı düşünelim. farklı dillerde şarkılar söylüyordu. Kemençe eşliğinde şarkı söylüyordu, bu normal mi? Evet normal çünkü bu bölgeyi temsil ediyor. Bunu iyi anlamamız gerekiyor.



Türk ve Ermeni folk müzikleri arasındaki benzerlikler ve farklılıkları soracaktım, az önce biraz söz ettiniz ama bu konuda eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Bela Bartok'u tanır mısınız? Dünyada etno-müzikoloji alanında önde gelen isimlerden biri. Macar'dır, Macaristan'da doğdu, ama en iyi müzikoloğun kim olduğunu dünyada kime sorsanız sorun, mutlaka Bela Bartok'tan bahsederler. Kendisi Macar ama birçok ulusu ziyaret ediyor, çünkü bunların müziği arasındaki etkileşimleri ortaya çıkarmak istiyor. Macaristan, Slovenya, Romanya, Transilvenya, Hırvatistan. Tüm bu ülkeler ilgi alanındaydı. Gomidas temel olarak Kürt, Türk, İran müziği üzerine çalıştı. Ama ikisinin amacı çok benzerdi. Gomidas Ermeni soykırımından önce İstanbul'da yaşadı. Türkler ona çok saygı duyuyordu, Mecid Efendi’nin onu ziyaret ettiğini, o giderken Ermeni ezgileri söylediğini biliyoruz. Bunlar ilgi çekici tarihsel gerçeklikler. Türklerin Gomidas'la birlikte müzik üzerine çalıştığını, bir konservatuar kurmaya çalıştıklarını biliyoruz. Yirmi birinci yüzyılın başı için düşündüğümüzde çok önemli çalışmalar elbette.

1935'te Gomidas hayata veda etti, Sadece birkaç ay sonra, 1936'da, Gomidas'la aynı işlevi görsün, müzik alanında gelişmelere ön ayak olsun diye Bela Bartok İstanbul'a davet edildi. Bela Bartok geldiğinde tıpkı Gomidas'ın yaptığı gibi sahada çalışmak, şehre uzak yerleşim yerlerine gidip müzik toplamak istedi. Türkler Bartok'un Türkiye'de bu işi yapmasına hevesliydi. Bartok ellerinde bu konuda bir çalışma olup olmadığını sorduğunda Türkler kayıtlar olduğunu söyledi ve Bartok'a bu şarkıları dinlettiler. Peki bu şarkılar hangi şarkılardı? Türklerin bu alanda kendilerinin yaptığı çalışma yoktu, tahminim o yönde ki Bartok'a dinletilen şarkılar Gomidas'ın topladığı şarkılar. Bartok şarkı dinlemeye ve bunları yazmaya başladı, ama şarkıların sözlerini Türkçe bilmediği için Türklerin yazmasını istedi. Çalışmaya başladı ve ilginç bir şekilde hiç kimse toplanan şarkıların sözlerini anlamıyordu. Türkler bu konuda uzmanlar getireceklerini, bu şekilde sorunu çözeceklerini söylediler Bartok'a. Fakat gelen uzmanlar da bu sözleri anlamıyordu. Türkçe olsa anlarlardı, Kürtçe olsa, Yunanca olsa anlarlardı. Ben inanıyorum ki bu şarkılar Ermenice olabilir, çünkü aksi halde anlarlardı diye düşünüyorum. Bunlar Ankara'da arşivlerde bir yerde olmalı. Gomidas'ın kaydettiği Türkçe şarkıları dinlediniz mi? Size dinletmek isterim. Ayrıca Gürcülerin, Kürtlerin şarkılarını da dinletebilirim. Bunlar akademik yayınlar, arşivlerde yazılar da var. Bunlar çok önemli bana sorarsanız, yaptığı çok önemli bir iş.

Biraz da Hampartzum Limonciyan hakkında bilgi verebilir misiniz? Kimdir, çalışmalarının önemi nedir?

Hampartzum Limonciyan kilisede müzik öğretmeniydi, gençlere öğretmenlik yapıyordu. Avrupa nota yazım sistemini geliştiren kişi, önemli İtalyan müzik insanı Guido of Arezzo’dur. O da öğretmendi. Neden bu nota sistemini geliştirdi? Çünkü öğretirken buna ihtiyaç duydu. Hampartzum Limonciyan da benzer şekilde ihtiyacı olan bir şey olduğunu düşündü ve öğretmek amacıyla bu nota sistemini oluşturdu. 8. yüzyıldan beri Ermenilerin Khaz adı verilen bir eski nota yazım sistemi var. Bu sistemde yazılmış ve günümüze gelmiş olan çok sayıda eser var. Hampartzum Limonciyan da bu nota sistemini oluştururken bu eski Ermeni nota yazım sistemi Khaz’dan yararlanıyor. Bundaki semboller farklı, Batı sisteminde olduğu gibi beş çizgiye ihtiyacınız yok, bildiğimiz alfabedeki harfler gibi. Sadece Limonciyan da değil, birçok farklı müzikle uğraşan insan bu yazım sistemine katkıda bulundu. Birisi ritimleri belirtmek için işaretler geliştirdi, bir diğeri biçimi göstermek için. 19. yüzyılın başında, 1813 ya da 1819’da bütün Ermeni eserler bu şekilde yazılmıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısında Ermeni Katolik kilisesi birçok müzisyene davet gönderdi; bu işi birlikte yapsınlar, eserleri Hampartzum sisteminde yazsınlar diye. Şimdi bu bu sistemde yazılmış halde mevcut eski eserler. Khaz nota sistemi zamanla unutuldu ve yaygın olarak kullanılmamaya başlandı. İnsanlar artık büyük ölçüde o ona sistemini okumayı bile unuttular.

İlginçtir, Gomidas da benzer bir yol izleyerek Hampartzum Limonciyan’ın sistemini kullandı. El yazılarının çoğu Limonciyan sistemde yazılmış halde mevcut. Bugün de hala kullanılıyor, hala okullarda öğretiyoruz.

Günümüzde folk müzik yapan grupların sayısında bir artış görüyor muyuz, ne dersiniz? Bunu neye bağlayabiliriz?

Evet, aslında şu an dünya çapında bu böyle. 20. yüzyılda  çok ciddi değişimler yaşandı dünyada. Akademik olarak düşünürsek, müzikle uğraşan insanlar hep yeninin peşine düştü. Hatta bunun için farklı müzikler keşfetme umuduyla insanlar dünyanın çeşitli yerlerine gidip müzik toplamaya başladı; Hindistan’a, Endonezya’ya, Afrika’ya gittiler. Çünkü oralarda Batı için tanıdık olmayan müzikler bulabileceklerini fark ettiler. Ermeni folk müziği açısından konuşursak, bestekarlar Ermeni folk müziğini alıyor senfoniye dönüştürüyor. Modern Ermeni sanatçıları var mesela duduk ekliyorlar senfoni orkestrasına, ya da zurna ekliyorlar. Sonuç mükemmel, çok etkileyici. Bunlar tabi daha akademik çevreler. Ama popüler müzikte de bunun izlerini görüyoruz. Mesela Old Band eski şarkıları yeniden düzenleyen yeni gruplardan bir tanesi. Daha geleneksel gruplarımız, müzik topluluklarımız var çok sayıda. Ama folk müziğe dair özel bi ilgi var şu an.

Sovyetler Birliği döneminin müzikle ilişkisini anlamak da önemli bu noktada. Çünkü Sovyet döneminde folk kültürü desteklenmedi. Elbette bu tarz müzik yapan bazı topluluklar varlıklarını sürdürdü ama küçüldü genel olarak. Ama ideolojik olarak öncelik komünizmin desteklenmesine verildi, ulusal kültürlerin gelişmesine değil. Ama dansa bakarsak, geleneksel müzik ve dans yapan bir grup var. Duduk, zurna ve diğerleri var. Bu topluluk her ay bir kez buluşma düzenliyor. Açık dans dersleri bunlar. Yüzlerce insan dans etmek için bir araya geliyor, Ermeni folk danslarını öğreniyorlar. İnsanların kim olduğunun önemi yok, her meslekten yaştan insan gelebiliyor. İnsanların bu dansa ilgi gösterip katılmasını gözlemek muhteşem bir şey. Yürüyecek yer bile olmuyor, herkes dans ediyor. Turistler için bunu izlemek inanılmaz bir deneyim oluyor.

Toparlayacak olursam, akademik olarak da, modern müzikte de, pop müzikte de bugün Ermeni geleneksel müziğine rastlıyorsunuz. Her birinde folk müzik var ve Ermenistan’da insanlar bu şarkıları hala biliyor, söylüyor.

Çok keyifli bir sohbet oldu. Zaman ayırıp bizimle görüştüğünüz için çok teşekkür ederiz.

19 Nisan 2017 Çarşamba

90lar Türk Rock Listesi

90lar turk rock listesi
1990-1999 Yılları arası en hit olmuş rock şarkı listesi, 90lar rock ,90s best rock , 90 rock hits ,90lar rock şarkıları , 90s Hits rock , Rock müzik listesi , 90's Rock Listesi , En hit rock şarkıları ,En güzel doksanlar şarkıları , 90lı yılların seçme rock şarkıları, 90's Rock
90'lı Yılların En İyi Rock Şarkıları:
657 - Yunusça (1996)
Acil Servis - Bebek (1996)
Athena - Holigan (1998) (muzikliste.blogspot.com)
Athena - Senden, Benden, Bizden (1998)
Athena - Skalonga (1998) (muzikliste.blogspot.com)
Batu - Koparıldım (1998)
Beyaz Önlük - Son Defa Sarıl (1998)
Bulutsuzluk Özlemi - Boyalı Kuş (1990)
Bulutsuzluk Özlemi - Sözlerimi Geri Alamam (1990)
Bulutsuzluk Özlemi - Uçtu uçtu (1990)
Cem Karaca - Islak Islak (1992)
Egoist - Egoist (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Fatih Erdemci - Ben Ölmeden Önce (1998)
Grizu - Bira ve Kahve (1996)
Grizu - Bütün Bunlar Düş (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Grizu - Kan ve Para (1996)
Grup Kim Bunlar - Atabarı (1999)(muzikliste.blogspot.com)
Hakan Kurşun - Boğazın Üstünde (1996)
Haluk Levent - Ankara (1993)
Haluk Levent - Akdeniz Akşamları (1993)
Haluk Levent - Nerdesin (1995)(muzikliste.blogspot.com)
Haluk Levent - Sevenler Ağlarmış (1995)
Haluk Levent - Yeter ki (1997) (muzikliste.blogspot.com)
Haluk Levent - Yollarda Bulurum Seni (1993)
İkinci Kuşak - Geçmişler (1998)
Kaan Öztürk - Yollarda Yoruldum (1998)
Kargo - Yüzleşme (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Kargo - Yıllar Sonra (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Kerim Tekin - Kara Gözlüm (1995)
Kesme Şeker - En Çok Seni (1998)
Kesmeseker - Tut Beni Düsmeden (1995)
Kıraç - Dağların Kadını (1998)(muzikliste.blogspot.com)
Kıraç - Gidiyorum (1999)
Kıraç - Talihim Yok Bahtım Kara (1998)
Kramp - Lan N'oldu (1993)(muzikliste.blogspot.com)
Kurban - Yalan (1999)
Levent Yüksel - Beni Bırakın (1993)
Mask - Sözcükler Şehri (1995)
Mavi Sakal - İki Yol (1998)(muzikliste.blogspot.com)
Melis Sökmen - Maçka (1995)(muzikliste.blogspot.com)
Mirkelam - Her Gece (1995)
Mirkelam - İstemem (1995)
MFÖ - Ali Desidero (1990)(muzikliste.blogspot.com)
MFÖ - Anında Görüntü (1990)
MFÖ - Mecburen (1990)(muzikliste.blogspot.com)
Moğollar - Bişey Yapmalı (1996)
Murat Göğebakan - Ben Sana Aşık Oldum (1997)
Murat Göğebakan - Karagözlüm (1997)(muzikliste.blogspot.com)
Murat Göğebakan - Öyle ki Hasretimsin (1997)
Murat Kekilli - Bu Akşam Ölürüm (1999)
Murat Kekilli - Karagözlüm (1999)
Murat Kekilli - Turnam (1999)(muzikliste.blogspot.com)
Nazan Öncel - Ağla Erkegim Ağla (1992)
Nazan Öncel - A Bu Hayat (1994)
Nazan Öncel - Erkekler De Yanar (1996)
Nazan Öncel - Gitme Kal Bu Şehirde (1992)
Nazan Öncel - Leylim Yar (1992)
Nekropsi - Fok (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Objektif - Fahişe (1990)
Objektif - Tımarlı Hastane (1990)
Özlem Tekin - Aşk Herşeyi Affeder Mi (1996)
Özlem Tekin - Duvaksız Gelin (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Özlem Tekin - Laubali (1999)
Özlem Tekin - Yar Bana Varmadı (1996)
Öztürk - Güneş Sensiz Doğacak (1997)(muzikliste.blogspot.com)
Pentagram - Anatolia (1997)
Şebnem Ferah - Bu Aşk Fazla Sana (1996)
Şebnem Ferah - Vazgeçtim Dünyadan (1996)
Şebnem Ferah - Yağmurlar (1996) (muzikliste.blogspot.com)
Teoman - Papatya (1996)
Teoman - O (1998)
Tüzmen - Son Rüya (1997)(muzikliste.blogspot.com)
Ufuk Hastoprak - Bir Bodrum Yazı (1998)
Umay Umay – Hareket Vakti (1994)
Ünlü - Rüya (1996)(muzikliste.blogspot.com)
Vega - Tamam Sustum (1999)
Yaşar - Cezayir Menekşesi (1996)
Yaşar - Nazlı Kız (1998)
Yaşar Kurt - Kamyonlar Kavun Taşır (1997)
Whisky - Yak Bizi (1998)(muzikliste.blogspot.com)
.................................................................................
Listeyi Hazırlayan: Müzikliste Editörü Yunus Güncelleme: 19.04.2017
Sitemizde Şarkı İndirme Yoktur.

18 Nisan 2017 Salı

Collectif Medz Bazar’dan Sevana Tchakerian: “Medz Bazar’la müzik yapmaya başlayana ve bu kadar çok insanla tanışana kadar, bu kadar ortak noktamız olduğunu bilmiyordum.”





Senin hikayenden başlamak istiyorum. Müziğe nasıl başladın?
Çok küçük yaşta müziğe başladım. Üç yaşındaydım. Okulöncesi müzik eğitimlerini aldım Fransa’da. Fransa’da doğdum. Annem de babam da müzisyen değildi ama müziğe ilgililerdi. Sonra, klasik müzik eğitimi aldım, konservatuara gittim ve piyano çalmayı öğrendim. Ayrıca, solfej, lirik opera eğitimi aldım. Aynı zamanda, Cumartesi günleri Ermeni okuluna gidiyordum. Orada da flütün nasıl çalınacağını öğrettiler. Pek çok Ermeni halk şarkısını bu Ermeni okulunda öğrendim. Liseden mezun olduktan sonra, üniversitede müzikoloji okumaya karar verdim. Piyanodan mezun olduğumdaysa klasik piyano eğitimi almak istemedim. İlk zamanlar, üniversitede tanıştığım bazı müzisyenlerle pop, rock gibi müzikler yapıyordum. Aynı zamanda, Ermeni okulundan tanıdığım, çocukluk arkadaşım Vahan ve ben birlikte müzik yapmaya ve üretmeye başlamıştık. Kendi küçük “duo”muzu oluşturmuştuk ve bu Medz Bazar’ı oluşturan çekirdek kadro oldu. Vahan da şu an Medz Bazar’da. Vahan ve kız kardeşi benim çocukluk arkadaşlarım. Şu an aynı müzik grubunun üyeleri oldular. Şu an ben çoğunlukla folk müziği çalıyorum ve grup olarak kendi bestelerimizi de yapıyoruz. Her tür müziği dinlesem bile, şu an geleneksel müziğe daha ilgiliyim. 

Piyano çalıyorsun.
Evet, piyano çalıyorum. Medz Bazar için çoğunlukla akerdeon çalıyorum. Medz Bazar için öğrendim, çünkü harmonik bir enstrümana ihtiyacımız vardı. Ve bir de shvi çalıyorum. Shvi bir ermeni flüdü.

“Duduk”tan farklı değil mi?
Evet daha basit bir flüt. Bizim Leylum diye bir parçamız var. O şarkının başındaki enstrüman shvi.

"Orijinalini korumak diye bir şey mümkün değil. Onların nasıl oluşturulduğunu bilmiyoruz."


Müzik grubunla ilgili sorular sormadan önce, senin geleneksel müzikle ilişkini sormak istiyorum. Nasıl geleneksel müziğe döndüğünü biraz anlatabilir misin? Konuşmamızın başında klasik müzikle çok ilgilenmediğini söyledin. Neden geleneksel müzik?
Bilmiyorum. Sadece şöyle hissettim: Folk müziğinde çok daha özgür bir dünya olduğunu fark ettim. Bana göre, geleneksel müzik doğaçlama yapmak, yeni besteler oluşturabilmek için klasik müzikten, hatta caz müzikten –çok bilmesem de-, çok daha geniş bir alan sunuyor. Bildiğim pek çok Ermeni şarkısı var ve bazılarını tamamen farklı bir düzenlemeyle duydum. Bu biri doğru, öteki yanlış demek değil. Bu sözlü tarih, o yüzden çok daha özgürsün. Ben ayrıca yeni müzikler yaratmayı, doğaçlamayı seviyorum. Geleneksel müzik bunun için en uygun alan belki de, çünkü ben kişisel olarak kuralların olduğuna inanmıyorum. Kimileri geleneksel müzikte kurallar vardır diyor. Bence yok. İşte bu yüzden çok seviyorum.

Geleneksel müziğin değiştirilebilir olduğunu düşünmen, senin için serbest bir alan oluşturduğunu söylemen ilgi çekici. Çünkü bu alandaki kişiler genellikle eski kuralları sürdürmeye, şarkıların kökenini bulmaya, kurallara bağlı kalarak müzik yapmaya çalışabiliyor.
Evet, biliyorum. Bu farklı düşünen kişilerle yaptığımız büyük bir tartışma, çünkü bu belki Medz Bazar olarak da yaptığımız bir şey. “Bu böyle olmalıdır” diyen kişilere göre bizim geleneksel müzikle yaptığımız tamamen zıt, biz onlara göre çok yanlış bir şey yapıyoruz. Ben tamamen farklı fikirdeyim bu insanlarla. Tam olarak hangi kurallardan bahsediyorsun?

Örneğin pek çok müzik grubu geleneksel şarkıları modern enstrümanlarla coverlıyor. Kimileri de bu şarkıların “asılları” nasılsa, aynı enstrümanlarla çalınması gerektiğini iddia ediyorlar.
Ama biz onların aslında nasıl olduklarını bilmiyoruz. En başta onların nasıl olduğunu bilemeyiz, çünkü bu sözlü gelenek. Ayrıca, bana göre, Ermenistan’da, özellikle Sovyet Ermenistan’daki en önemli şey, geleneksel müzikle ilgili ne yapıyorsan bu onu korumak adınadır. Orijinalini korumak diye bir şey mümkün değil. Onların nasıl oluşturulduğunu bilmiyoruz. Zaman içerisinde bugüne gelmiş, birisi onunla ne yapmak istiyorsa onu yapar. Birisi rock formunda yapmak istiyorsa mesela, yapabilir. Bana göre, kaynağa ulaşamazsın. Örneğin, Beethoven’ın parçalarını nasıl oluşturduğunu biliyoruz, onun notları var. Ama, mesela, Komitas… O alana çıktı ve tüm bu şarkıları buldu, sonra onları düzenledi. Bazı insanlar bu şarkıların Komitas’ın besteleri nasılsa şarkıların da öyle söylenmesi gerektiğini düşünüyor, ama Komitas asıl besteci değil. O sadece onları buldu ve yazdı. Bence Ermenistan’daki problem, çoğu insanın bunların Komitas’ın düzenlemesi olduğunu anlamaması. Bu şarkılar ona ait değil, bu sebeple bu versiyonunu çalacağım diyemezsin. O orijinali değil, sadece pek çok düzenlemeden biri.

Medz Bazar’ın hikayesini anlatabilir misin?
2012 yılıydı. Ben o zaman Fransa’da yaşıyordum. Şu an grupta olan Vahan Kerovpyan’la beraber müzik yapıyorduk. Medz Bazar’ın oluşmasını sağlayan çok özel bir yer var. Paris’te bir kültür merkezi, Peniche Anako. Bir gemiyi konserlerin, konferansların olduğu bir kültür merkezine dönüştürmüşler. Bu tekneyi oluşturan ekibi çok iyi tanıyorduk. Ermeni bir ekip, orayı bir Ermeni kültür merkezi yapmak istiyorlardı, ama aynı zamanda dünya kültürüne de açıktı. 2011 yılında, oryantal Ortadoğu müziği yapmak üzere jam sessionları düzenlemeye başladılar. Genel anlamıyla jam sessionları, caz müzisyenlerinin bir araya gelip birlikte çaldıkları ve ürettikleri geleneksel caz etkinlikleri diyebiliriz. Bu etkinlikler, caz veya blues müzisyenleri için değil de, Ortadoğu ve geleneksel müzik için yapılan Paris’teki ilk jam session etkinliğiydi. Jam sessionlarının başında bir artist veya bir grup çıkıyordu. Örneğin, onlar bir gruptan altı ya da yedi şarkılık bir performans sergilemelerini istiyorlar. Ardından, diğer bölümler başlıyor ve kim isterse gelip çalabiliyor. Bir defasında, beni ve Vahan’ı program için davet ettiler. Buna paralel olarak, şu an grup üyesi olan, Vahan’ın kardeşi Shushab üniversitede Türkiye’den Serra’yla tanıştı. Sonrasında yine Türkiye’den Ezgi ve Ela’yla tanıştılar. İnsanların birbirini tanıdığı bir network gibiydi. Böylelikle biz çalmaya başladık. Gruptaki kişileri gruptan önce hiç tanımıyordum, ama bazıları zaten arkadaştı. Bizden birlikte bu kültür merkezinde sahne almamızı istediler. Biz de tamam dedik ve herkes beğendiği bir şarkıyla geldi. “Ben bu şarkıyı seviyorum, Bu Ermenice, Bu Farsça.” Bazıları Türkçe müzikler getirdi. 2012’de bu etkinlik için birlikte çaldık, çok keyifliydi. Ve sonrasında yine bir araya gelelim ve başka bir konsere çıkalım dedik. İşte bu nasıl bir araya geldiğimizin hikayesi :) En başında biz bir grup oluşturmuyorduk, sadece bu etkinlik için bir araya gelmiştik, sonra organize olduk. Birlikte pek çok keyif aldığımız nokta yakaladık. Bir diğerinin müziğini keşfetmek istiyorduk. Gittikçe daha da ciddi, daha profesyonel oldu.

Grubunuz hakkında daha çok sormak gerekirse, hangi enstrümanları kullanıyorsunuz? Ne tarz müzikler yapıyorsunuz ve şarkılarınızı nasıl seçiyorsunuz?
Enstrümanlarla başlayalım. Grubumuzda akerdeon, viyolin, kontrbas, klarnet, saksafon ve davul, darbuka gibi pek çok perküsyon enstrümanı var. Herkes şarkı söylüyor ve ayrıca Fransız bir viyolinistimiz var. Biz dünyanın farklı yerlerinden pek çok ilham alıyoruz. Viyolinistimiz birçok Venezuela müziği çalıyor. Venezuela gitarı olan cuatroyu çalıyor. Bu yüzden ayrıca cuatromuz da var :) Bir de shvi. İlk başta çoğunlukla geleneksel müzik düzenlemeleri yapıyorduk. Daha sonra, gruptan bazılarımız kendi şarkılarını oluşturmak istedi. 8 şarkının olduğu ilk albümümüzde iki şarkı bizim bestemizdi. Geri kalanlar Ermeni, Türk, Arnavut ve Azeri folk müzikleriydi. Yeni yayınlanan ikinci albümümüzde, yarıya yarıya. Gitgide bizim şarkılarımız da oluşmaya başlıyor. Müzikleri nasıl seçtiğimize gelirsek, “ben bu şarkıyı beğendim, bunu sizinle paylaşmak istiyorum” diyoruz mesela. Şarkı sözlerinin anlamlarını birbirimize açıklıyoruz. Eğer herkes gerçekten çok beğenirse, bir düzenleme yapmaya çalışıyoruz. Kendi parçalarımızı yapma sürecinde de herkes sürecin bir parçası oluyor.

Biraz deneyimlerinizi öğrenmek istiyorum. Nerelerde sahne alıyorsunuz ve buralarda aldığınız tepkiler ne oluyor? Ayrıca dinleyicileriniz kimler?
Sahne aldığımız yerlerde çoğunlukla olumlu geribildirimler alıyoruz. Türkiye ve Ermenistan’da sahne aldık. 2014 yılında İstanbul’dan Erivan’a bir tur gerçekleştirdik. Elazığ, Dersim, Diyarbakır, Mardin ve sonrasında Yerevan’a gittik. Grup için çok çok önemli bir adımdı. Ayrıca, daha batıda da çaldık, Kanada ve ABD gibi. Rusya’da ve Avrupa’da da. Hem Ermeni topluluğu için hem de Avrupalılar için, mesela festivallerde veya özel programlarda. Genellikle, geribildirim olumlu oluyor. Bazen Ermeni topluluğu içerisinde, özellikle daha yaşlı kuşaktan bizi anlamayanlar oluyor. “Nasıl olur da bu gerçekleşir? Niye bu Ermeniler Türkçe şarkı söylüyor” diye düşünüyorlar. Anlam veremiyorlar, onlar için çok alışıldık bir şey değil. Ben Türkler ve Ermeniler arasında pek çok şeyin değiştiğini düşünüyorum, özellikle sivil toplum alanında. Ben bu konuda uzman değilim ama yirmi yıl önceki gibi bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Köprüler kuruluyor. Hrant Dink Vakfı aracılığıyla mesela. Bazıları direnç gösteriyor, ama bence normal, bu da yeni bir durum. Bunun haricinde, genellikle izleyicilerden çok iyi tepkiler alıyoruz. Bizim karma bir dinleyici kitlemiz var; Ermeniler, Türkler, Kürtler, ve ayrıca Fransızlar, Avrupalılar. 

Anladığım kadarıyla çok özel bir hikayeniz var. Bir yandan da bir tür proje gibi. İlham aldığınız bir müzisyen veya kişi var mı?
Müzikal anlamda esinlendiğimiz çok fazla şey var. Çok çok farklılar, çünkü şu an grupta 7 kişiyiz ve her birimiz farklı tür müzik dinliyor, caz, hip-hop, tabi ki geleneksel müzik, Venezuela müziği… ve bence herkesin kişisel olarak ilham aldığı, takip ettiği kişiler var. Bizim gruba getirdiğimiz bunun sadece küçük bir kısmı. İnsanlar “aa grupta hem Türkler hem de Ermeniler var”, biz bir teselli grubuyuz diye düşünse de, ideolojik açıdan konu o değil. Dediğim gibi, biz bir gün “aa hadi Ermenileri ve Türkleri bir araya getirip bir grup oluşturalım” demedik, hiç de öyle olmadı. Biz sadece arkadaş olduk ve dediğin gibi müzikal olarak ortak mirası paylaşıyoruz. Belki bu yüzden bu zevki yakalayabilmek daha kolay oldu, ama grupta Fransız müzisyen de var. Onun da grupta bir rolü ve yeri var. Bu yüzden bence bizim bir araya gelmemiz öncelikle müzik aracılığıyla oldu. Hepimizin geleceğe dair benzer hayalleri veya prensipleri olsa da, biz politik bir grup değiliz, politik mesajlar vermiyoruz. En azından bu bizim göstermek istediğimiz bir şey değil. Biz gerçekten birlikte müzik yapmaktan keyif almak istiyoruz. Hepsi bu.

“Ben Ermenice bir şarkı söylüyordum ve başka biri aynı şarkıyı Kürtçe söylemeye başladı.”


Biraz Türkiye-Ermenistan turundaki deneyimleriniz hakkında konuşalım istiyorum, çünkü bizim için oldukça ilginç bir deneyim. Farklı yerlerde, farklı dillerde söylediniz. Tepkiler nasıldı?
İstanbul’da çaldığımız barlardaki dinleyiciler bizim zaten tanıdığımız insanlardı, arkadaşlarımız, arkadaşlarımızın arkadaşları. Tanıdığımız için, çok kolay bir dinleyici kitlesiydi. Aslında biz her zamanki gibi repertuarımızdan çaldık. Bazen biraz uyarladık. Kınalıada’daki konserimizde genelde İstanbul’dan gelen insanlar vardı ve tatilini orada geçiren Ermeniler de vardı. Bizim arkadaşlarımızdan Anuş, kendisi Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nda dansçı, konserden önce sokaklarda çalalım ve konseri duyuralım dedi. Biz de şarkı söylemeye başladık, davulumuz da vardı. Ermeni, Türk ve Kürt şarkıları söyledik. 10 dakika sonra arkamıza baktık ve fark ettik ki, herkes bizi stadyuma kadar takip etmiş! :) Konsere işte böyle başladık. Sonra, söylediğim gibi, Elazığ bir çeşit şok oldu, özellikle benim için. İlk defa Türkiye’de İstanbul dışında başka bir şehirde bulunmuştum. Genellikle, grup çok fazla eğlence ve gürültü yapar. Fakat, herkes bizi dikkatli olun diye uyardı. Çünkü sadece Ermeni olduğumuz için değil, aynı zamanda çoğunluğumuz kadın olduğu için de. Bizim çifte sorunumuz vardı. Dikkatli olmaya, çok fazla gürültü yapmamaya çalıştık. Elazığ’da yaşayan üç Ermeni ailenin hepsi geldi. Bir kişinin gelip bizimle Türkçe konuştuğunu hatırlıyorum, arkadaşımız çevirdi. Kendisini tanıttı ve "Geldiğiniz için teşekkür ederim.” dedi ve gözleri dolmaya başladı. Biz de ağlıyorduk. “İkinci kısmı nasıl çalacağız” dedik, hepimiz çok duygusaldık. Hepimiz onunla konuştuk. Çok özel bir andı. Dediğim gibi, Dersim tamamen farklıydı. Herkes çok açıktı. İnsanların çoğu Alevi, değil mi? Yaz boyunca orada bir festival vardı ve herkes sokaklardaydı, farklı konserler vardı. Ermenistan’dan gelen bir dans grubuyla da tanıştık. Festival için küçük köylerdeydik. Çok çılgın çünkü iki gün önce “sokaklarda Ermenice konuşmayalım” diye düşünüyorduk. Herkes dans ediyordu, zurna çalıyordu, Ermeni kıyafetleri giyenler vardı. Sonuncusu Diyarbakır’dı. Diyarbakır’da çok şaşırdık, olumlu anlamda. Palu’da kiliselere, pazarlara, bunun gibi farklı yerlere gittik.Elazığ’da üniversitede tarih hocası olan bir arkadaşımız bize her yeri gösterdi. Türkiye’nin doğusunda, Ermenistan’ın batısında hep bizimle birlikteydi. Bizi harap edilmiş eski Ermeni köylerine götürdü. Bundan sonra Diyarbakır’a gittik. Sanırım hepimiz şehre hayran kaldık. Bu yüzden, şu an orada olanlar için çok üzgünüz. Çünkü bir yıl sonra Ermeni Soykırımını Anma Günü için tekrar gittik. 24 Nisan’da bir konser verdik. Harika bir gündü. Demirtaş oradaydı, İstanbul’dan Avrupa’dan pek çok insan özellikle oraya gelmişti. Sokaklarda Ermeni Soykırımını simgeleyen çiçekler vardı. Bu nasıl mümkün olur? Türkiye’nin doğusunda bu oluyor. Konser çok güzel geçti. Bir sürü insan geldi. 

Müzik toplumlar arasında bir bağın oluşmasını ya da sosyal diyaoğun başlamasını sağlar mı diye soracaktım ama sen zaten çok net örnekler verdin. Biraz daha somutlaştırırsak, eklemek istediğin bir şey var mı? Ya da müzik geçmiş ve gelecek arasında nasıl bir ilişki kurabilir sence?
Mesela, geleneksel müziğe dönmek bunun bir örneği. Medz Bazar’la da biz bunu keşfettik, çünkü ben bir sürü Türk ve Kürt insanla tanıştım. Medz Bazar’dan önce, bu kadar çok insan tanımıyordum ve Türkiye’de bulunmamıştım. Bir de şunu fark ettim, ben bir şarkı söylüyordum ve başka biri aynı şarkıyı Kürtçe söylemeye başladı. Voov :) Böyle bir şey olduğunu bilmiyordum, dediğin gibi. Al Aylough Komitas’ın düzenlediği geleneksel bir Ermeni şarkısı. Kürtçe ve Azerice versiyonları da var ve herkes diyor ki, onlar bizden bu şarkıyı çaldı. Yine aynı hata. Bu geleneksel müzik, kökeninin nereden geldiğini bilemezsin. Bu normal, aynı müzik farklı dillerde geziyor, ama yine aynı kültürün parçaları. Bence aynı problem Batı Ermenistan’la, Türkçe ve Kürtçe şarkılar konusunda da var. Ayrıca Ermenistan ve Azerbaycan arasında Kafkas şarkıları konusunda. Çünkü farklıymış gibi görünüyor, ama aynı şey. Pek çok Ermeni şarkısını Azeriler de söylüyor. Azeriler onun Azeri şarkısı olduğunu iddia ediyor, Ermeniler de hayır bu Ermeni şarkısı diyorlar. Türkiye’yle de benzer bir şey var. Bence bu biraz saçma. Çünkü aynı bölgede, ortak kültüre sahipler. Bence, müzik kişisel olarak benim ortak bir platform bulmamda gerçekten yardımcı oldu. Ebeveynlerim çok toleranslı oldukları için, ben hiçbir zaman Türkler böyledir ya da şöyledir gibi önyargılarla büyümedim, ama Medz Bazar’la müzik yapmaya başlayana ve bu kadar çok insanla tanışana kadar, bu kadar ortak noktamız olduğunu da bilmiyordum.

Geleneksel müzik yapan pek çok yeni müzik grubu var. Sence bu tüm dünyada ya da Ermenistan’da giderek artan bir olgu mu?
Bence Ermenistan’da, eminim ki, bir ya da iki adım var bunun artmasına sebep olan. Birincisi Arto Tunçboyaciyan ve Ermeni Navy grubu. Bence Arto Tunçboyaciyan böyle şeylere gerçekten açık. Konuştuğum pek çok müzisyen, ondan önce yeni tarz müzikle karıştırmıyorlardı. Çoğu geleneksel müziği “olması gerektiği gibi” çalıyordu. Bence o bunun öncülerinden biri. O birleştirdi ve başka bir beste oluşturdu. Ermeni melodilerini, Ermeni enstrümanlarını caz içinde kullandı. Bence o ve ayrıca Tigran Hamasyan, caz piyanist. Kişisel olarak bunu gördüğüme çok mutluyum. Onların “bu kesinlikle şöyle olmalı” gibi bir kompleksleri yok ve kuralları yıkıyorlar. Örneğin, Miqayel (Voskanyan), Arik the Bambir ve diğer gruplar. Bence çok güzel. Onlar da kendi kültürleriyle yeni bir şey yaratıyorlar.

Peki neden geleneksel müziğin bugün daha çok çalındığını düşünüyorsun? Neden insanlar eski melodileri, eski sözleri çalıyor ya da dinliyorlar?
Belki Arto ve diğer müzisyenler gibi sanatçılar sayesinde, belki gençler için bunu dinlemek daha havalı. Belki de bu tarz aracılığıyla ortak bir dil buldular. Bunun hakkında pek düşünmedim. Örneğin, Ermeni dansları. Neredeyse hiç kimse geleneksel dansları oynamıyor. Bunu hala devam ettiren birkaç topluluk var, ama çok büyük değiller. Bunlardan biri Karin. Onlar her ayın son Cuma gününde bir etkinlik düzenlemeye başladılar. Yazın Kaskad’da açık hava dersleri, kışın da kapalı bir alanda düzenliyorlar. Niyetlerinden biri bu kültürü daha genç kuşaklara aktarabilmekti. Bence, bazen, bazı şeyler fazla milliyetçi. Ben bu konuda çok partizan değilim. Yine de, onların sayesinde benim yaşlarımda ve benden daha genç bir sürü insan bu dansları biliyor. Yoksa onlar da öğrenemeyecekti. Bu durum şarkılar için de geçerli. Bence Miqayel gibi gruplar Arto veya Tigran gibi müzisyenlerden ilham alıyorlar. Bu sayede geleneksel müziğin değerini anlıyoruz. Kendi bestelerini oluşturmak isteyen sanatçılar için de böyle. Bence sebep bu. Bizler yeni bir şey arıyoruz. Bu bize gidip az bilinen şarkıları bulmamız ve kendi şarkılarımızı yapmayı denememiz için açık bir kapı sağlıyor. Bence çok önemli, çünkü dinleyici ve geleneksel müzik arasında köprülerin kurulmasına da izin veriyor. Geleneksel müzik yalnızca cazla veya başka bir şeyle olur demezdi. Herkes kendi istediği yolu yaratabilir :)

Bizim için etkileyici bir görüşme oldu. Deneyimlerinizi dinlemek çok güzeldi. Teşekkür ederiz.

Yolculuk...

Bir yolculuğa başlamıştık, Erivan’a gitmeden çok önce. Cins Adımlar Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet yürüyüşlerinde Haydarpaşa Garı’na bakıp soykırımı başlatan yolculuğu hatırla(tı)rken mesela. Ya da “Ermeni”nin bir küfür olarak kullanılmasını anlamlandıramayıp sosyoloji derslerinde “birlikte nasıl yaşayabiliriz” sorusuna kafa yorarken. Arkadaş sohbetlerinde, sergilerde, sözlü tarih çalışmalarında soykırım hikayeleri dinleyip unut(tur)ulan bir geçmişi keşfederken. Belki çok daha önce, 19 Ocak 2007 yılında bir akşam okuldan eve geldiğimizde daha önce hiç adını duymadığımız bir Ermeni gazetecinin katledilme haberini korku ve şaşkınla izlerken ve “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganının ne anlama geldiğini aklımızın bir köşesinde kurcalarken…

Erivan uçağına binmeden çok daha önce bu yolculuk başlamıştı bizim için aslında. Farkındalıklar, hatırlamalar, belki bazen inkar, bazen de omzumuzda taşıdığımız bir suçluluk duygusuyla süregiden bir yolculuk. Ve Erivan’a gidişimiz de büyük bir adım oldu bizim için, yeni farkındalıklar ve bol bol umut biriktirdiğimiz.

Peki o büyük adımı nasıl attık? Tüm bu hatırlama, fark etme süreçlerinde biriktirip toparladığımız umut, suçluluk, merak, üzüntü ve öfke gibi duygularımızı ne yaparız da güzel bir şeye dönüştürürüz diye düşünmeye başladık. Bu büyük unutuş içerisinde ne yaparız da hatırlarız soykırımı ve soykırım öncesinde yüzyıllar içinde şarkılarla, türkülerle, danslarla, alışverişte, sokakta kullanılan dille oluşturulan ortak hafızayı diye kafa patlattık. Farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşayabilme fikri ne kadar umut verici olsa da, bir yandan da bazen ortak noktalarımızı gözden kaçırmamıza sebep oluyor mu diye sorguladık. Ve ortak hafızamızın parçası olan halk müziğini seçtik. Düğünlerde, eğlencelerde hangi müziklerle eğleniyorduk birlikte? Hangi melodiler hüzünlendiriyor ya da neşelendiriyordu bizi? Peki bu melodiler eskimiş miydi? Hala aynı şarkılarda göbekler atıyor, hüzünleniyor ya da derin düşüncelere dalıyorduk belki de. Belki sözler değişmişti ama aynı melodiler bizi etkilemeye devam ediyordu. Bu melodiler neler onu araştırmaya karar verdik biz de, ve tabi bu melodilerin insanlarda nasıl hisler uyandırdığını. Müzik iki farklı kültürü bir araya getirebilir umuduyla. Öte yandan, müzik bazen bir kültürün hafızasını silmek için de önemli bir araç haline gelebilirdi. Buradan hareketle, anlamından, duygusundan, hikayesinden tamamen koparılan halk müziklerine de bakalım dedik. Bunun için müzikolog ve müzisyenlerle görüşmeler yapmaya karar verdik. Bunları yapmak için küçük de bir fona ihtiyacımız vardı tabi. O sıralar karşımıza Karakutu Derneği’nin Adnan Ergeç Fonu çıktı. Araştırmanın büyük bir kısmını da Ermenistan’da yapmayı düşündüğümüz için Hrant Dink Vakfı’nın Türkiye-Ermenistan Seyahat Fonu’na da başvurduk. Ve her iki fona da kabul edildik :) Tüm bunlardan sonra, görüşme soruları hazırlandı, çantalar yapıldı ve karlı bir İstanbul akşamında Yerevan’a yola çıktık.






Parev Yerevan! Şubat’ın 26’sında, her yer bembeyaz, hava bazen 0’ın altında. Konserlerle, görüşmelerle, müze gezileriyle ve tanıştığımız harika insanlarla dopdolu bir 8 günün bizi beklediğini bilmiyorduk tabi. 8 gün boyunca, Ermeni halk müziği üzerine çalışan 3 müzikologla ve Ermeni halk müziğini yeniden yorumlayan 5 müzisyenle görüşmeler yaptık. İki müzisyenin konserine katıldık. Bir dans grubunun çalışmasına katıldık ve birlikte halaylar çektik J Bir de bir gençlik örgütü olan Armenian Progressive Youth derneğiyle de tatlı bir sohbet gerçekleştirdik. Ermeni müziği, enstrümanları, Türkiye ve Ermenistan arasındaki sosyal diyaloğun geliştirilmesinde müziğin rolü üzerine pek çok şey öğrendiğimiz bu görüşmeleri kısa videolar halinde yakın bir zamanda paylaşıyor olacağız.





Lusine Nazaryan


Müzikolog Lusine Nazaryan, Yerevan Komitas Devlet Konservatuarı’ndan Mher Navoyan, ve Komitas Müzesinden Tatevik Shakhkulyan ile görüştük. Müzikologlarla yaptığımız görüşmelerde Ermeni ve Türk halk müziklerinin ortaklıkları ve farkları üzerine konuştuk. Müzikologlarla yaptığımız görüşmeler araştırmamızın da bir bakıma evrilmesine sebep oldu. Çünkü beklediğimiz kadar ortaklık olmadığını gördük Türk ve Ermeni müzikleri arasında. Biz de Ermeni folk müziğine daha çok odaklanarak geçmişi kazımanın imkanlarını aramaya başladık.





Tiezerk Band


Müzisyenlerle yaptığımız görüşmeler bizim için oldukça etkileyiciydi. Medz Bazar’dan Sevana Tchakerian, Yerevan Komitas Devlet Konservatuarı’ndan duduk sanatçısı Arsen Petrosyan, Jnar Avandakan Erajshtutyan Ansambl, Tiezerk Band ve kanun sanatçısı Anush Kirakosian ile görüşmeler yaptık ve performanslarını dinledik. Onların Ermeni halk müziğine ilişkin hikayelerini dinlemek, çaldıkları Ermeni enstrümanlarını tanımak, Türkiye-Ermenistan arasındaki sosyal diyaloğa dair müziğin nasıl bir etkisi olduğunu onlardan duymak ve tabii yalnızca bize özel performans sergilemeleri harikaydı! :) Arsen Petrosyan bize bir Ermeni flüdü olan “duduk”tan bahsetti. Nasıl yapıldığını, nasıl çalındığını anlattı. Gepgencecik bir grup olan Tiezerk Band'den neden geleneksel Ermeni müziği çaldıklarının hikayesini dinledik. İlginç deneyimlerini de bizlerle paylaştılar. Örneğin, Collectif Medz Bazar’ın Hrant Dink Seyahat Fonu’ndan yararlanarak Türkiye ve Ermenistan’da yaptığı konserler. İstanbul, Elazığ, Dersim, Diyarbakır ve Yerevan’da Ermenice, Türkçe, Kürtçe, Azerice ve daha pek çok farklı kültürden şarkılar söylemeleri ve dinleyicilerden aldıkları olumlu tepkiler Sevana’nın da belirttiği gibi grup için oldukça önemli bir deneyim olmuş. (Görüşmeleri şu linklerde bulabilirsiniz: Sevana Tchakerian, Tatevik Shakhkulyan)

Neredeyse her görüşmede Komitas Vartabed’den* minnetle bahsedildi. Komitas’ın etnomüzikoloji çalışmaları sadece müzikal anlamda değil, Ermeni kültürünü korumak adına da önemliydi. Senelerce kırsalda toparladığı Ermeni halk şarkılarını yeniden düzenleyip yayınlamıştı. Anlaşılan o ki, şu an hem konservatuarlarda verilen eğitimde hem de halk müziğini icra eden müzisyenler arasında Komitas’ın geride bıraktığı çalışmaların büyük bir etkisi var. Ayrıca, Komitas Ermenistan’da oldukça önemli bir figür. Komitas’ın yaptığı araştırmalar Türk ve Kürt müziklerini kapsadığı için aslında tekrar tekrar dönüp bakılası.
Bizim için en keyifli anlardan biri Arik Bambir ve Miqayel Voskanyan konserlerine katılmak oldu. Ermeni enstrümanlarının yanı sıra modern enstrümanların da kullanılması, caz gibi farklı türlerde bu şarkıları dinlemek oldukça farklı bir histi. Bir de tabi gençlerden oluşan Ermeni folk dans grubunun Nubar Folk Ensemble çalışmasına katılmak … Farklı yörelerden Ermeni folk danslarını izlerken aramıza çekilen sınırlar eridi gitti sanki. Yüzyıllar öncesindeki bir aradalığa, ortaklıklara gitti aklımız. Birlikte çekilen halaylara, karşılıklı oynanan oyunlara…





Nubar Folk Ensemble
Görüşmelerin yanı sıra müze gezilerine de zaman ayırdık elbette. Araştırmamızın önemli bir parçası olan Komitas hakkında daha fazla bilgi edinmek için Komitas müzesine gittik. Müzeyi gezerken doğduğu andan itibaren Komitas’ın hayatına tanıklık etmek mümkün. Yaptığı araştırmalar, yayınladığı kitaplar, fotoğrafları, mektupları ve tabi müziksiz geçen yılları… Oldukça ironik ama, müzede eksikliğini hissettiğimiz tek şey müzik oldu. Aralarda hoparlörden verilen müzikler duyuluyor ama belki daha çok müzik duymak müzeyi gezenlerin Komitas’la özdeşleşmesini daha iyi sağlayabilir. Buradan sonraki durağımız ise Ermeni Soykırım Müzesi oldu. Ne gariptir ki omzumuzdaki suçluluk duygusu ağırlaştı orada. Türkiye’den geliyoruz derken sesimiz titredi. Müzeyi gezerken soykırım öncesinde, sırasında ve sonrasında olanlara adım adım tanıklık etmekse içimizi acıttı, ama yükümüzü daha da ağırlaştırmadı. Çünkü tanıklık etmek yüzleşmenin ilk adımıydı belki de. Böylece acıya ortak oluyorduk, olanların ortaya çıkarılmasında aynı yolda yürüyeceğimize söz veriyorduk bir nevi.

Biz acıya ortak olma ve hafızayı harekete geçirme yolu olarak müziği seçtik. Müzikle sınırları aştık ve hatta sınırları yok ettik sanki. Yolculuğumuz devam ediyor hala. Bu blogda ve hazırlayacağımız kısa videolarda yolculuğumuza tanıklık etmeye devam edebilirsiniz.

*Erivan’daki görüşmelerimiz için bizi destekleyen Gagik Sargisyan, Arman Amp Melkonyan, Katarine Galstyan, Brigitta Davidjants, Anadolu Kültür’den Armine Avetisyan, Evren Ergeç ve Karakutu Derneği, Hrant Dink Seyahat Fonu, Nazlı Türker ve Armenuhi Nikoghosyan’a teşekkürler.

*Sonraki yazılarımızda Komitas’ın gerçekleştirdiği etnomüzikoloji araştırmalarından ve soykırım sonrası yaşadıklarından bahsedeceğiz.