22 Temmuz 2017 Cumartesi
21 Temmuz 2017 Cuma
20 Temmuz 2017 Perşembe
Güven Yüreyi - Sen Maşallah
- Şarkı:
- Sen Maşallah
- Sanatçı:
- Güven Yüreyi
- Albüm:
- Sen Maşallah
- Tarzı:
- Pop
- Çıkış Tarihi:
- 2017
Bir günah bırakmadın bana
Sen maşallah hepsini topla
Her yerdesin bi orda bi burda
Hızlı büyüdün ortamda
Ama iyi mi kötü mü bilemiyorum
Senin adına endişe ediyorum
Gözüne hoş gelen aslında boş
Aslında boş geleceği görüp sadece gülüyorum
Üzgünüm seni üzdüm
Ama pişman değilim
Sayende az yaşarmadı gözüm
Ama pişman değilim
Söz & Müzik: Asil Gök, Derya Uluğ
Düzenleme: Asil Gök, Osman Çetin
Yönetmen: Bedran Güzel
18 Temmuz 2017 Salı
"Neden Geldim Amerika'ya?": Şarkılarda gizli göç hikayeleri
Göç etmek… göç ettirilmek… Her yerde bir göç hikayesi buluruz. Büyükannemizin konuştuğu başka bir dilde, yediğimiz meyvenin, içtiğimiz kahvenin anayurdunda, giydiğimiz kıyafetin yapımındaki emekte…
Göç bazen umut doludur. Bulunduğunuz şartlardan daha iyilerine gideceğini düşünerek bir yola çıkarsınız, hazırlıklısınızdır, kalacağınız yer, yapacağınız iş, sizi orada karşılayacaklar bellidir. Fakat bazen zorunda kalırsınız, zorlanırsınız gitmeye. Birileri yerinizi yurdunuzu güvenleştirdikten sonra sizlerin güvenliğinizi öne sürerek sizi uzaklaştırır doğdunuz, büyüdüğünüz yerden. Nereye gideceğinizi bilemediğiniz bir yola çıkarsınız, çaresizlik, pişmanlık, geride bırakılanların acısı ve gelecekte sizi bekleyenlerin bilinmezliğiyle…
Tüm bu hisler elbette müziğe de yansımıştır. Halk türkülerinde, arabesk müzikte sıkça karşımıza çıkan göç hikayeleri vardır. Çok aşina olduğumuz bir türkü şunu sorar örneğin: “Neden geldim İstanbul’a?” Erkan Oğur’dan dinlediğimiz bu türkü neden yerini yurdunu bırakıp da bu koca memlekete geldiğini, nasıl bu koca memlekette yersizyurtsuzlaştığını sorgulatır insana. Bir de Erkan Oğur’un yanık sesi eklenince işin içine göçmenin, göç ettirilmenin karmaşıklığını, pişmanlığını, içinizde hissedersiniz.
Aynı türkü ama başka bir ses ise şöyle sorar soruyu: “Neden geldim Amerika’ya?” Çok uzaklardan gelen bu ses Aşil Pulos’a aittir. Erkan Oğur bir röportajında (1) bu bestenin “Harput’tan Amerika’ya göç eden Elazığlı bir Ermeni vatandaşımızın” olduğunu söylese de, Aşil Pulos Osmanlı’nın son yıllarında Amerika’ya göç eden bir Rum’dur (2). Türkünün sözleri değiştirilmemiş hali ise şöyledir:
Neden geldim Amerika'ya
tutuldam kaldım avare
şimdi bin kere pişmanım
fakat geçti ah ne çare
ahh gelmez olaydım
ahh görmez olaydım
tek seni şirin amerika
görmez olaydım, gelmez olaydım.
Bandırma'nın kış denizi
gemileri dizi dizi
merhametsiz insafın yok mu?
niçin mahzun ettin sen bizi
ahh kaçmaz olaydım
ahh aşmaz olaydım
tek seni cilveli bandırma
kaçmaz olaydım
aşmaz olaydım
Türkünün sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla Aşil Pulos Harputlu değil, Bandırmalı’dır. Hayatı hakkında çok bilgi edinemesek de elliye yakın kaydı şu arşivlerde yer almaktadır. Bu şarkıya katkısı olanlardan biri de Ermeni sanatçı Marko Melkon’dur. Gerçek adı Melkon Alemşeryan olan ud sanatçısı askere çağrıldıktan sonra savaşı hiç eksilmeyen bir yerde orduya katılmak istemediği için İzmir’den Atina’ya göçer ve burada Aşil’le tanışır. Amerika’da Osmanlı gece hayatının en bilinen isimlerinden olurlar. (3)
Bestekarının hikayesi belirsiz, şarkının sözleri yıllar içinde farklı şekillerde yorumlanmış olsa da, Aşilos’un bu şarkısı bir göç şarkısı haline dönüşmüş ve yıllardır süregelen göçlerin, göç ettirilmelerin hikayesini en derinden anlatmaktadır. Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve pek çok topluluğun neden “kaçtıklarını” ve memleketlerini “aştıktan” sonra neler hissettiklerini anlamak için bazen şarkılara, türkülere bakmak gerekir. Belki de, yaşadığımız şu koca göçmen kampında (4) göçü anlamak için Aşilos gibi “merhametsiz insafın yok mu? Niçin mahzun ettin sen bizi?” diye sormaya devam etmeliyiz.
* Aşil Poulos’un hayatıyla ilgili yeterince bilgi sahibi olmayan yalnızca biz değil, torunu Stacy Poulos’tur da. Açtığı website ve Facebook sayfası üzerinden büyükbabasıyla ilgili bilgi toplamaya ve paylaşmaya çalışmaktadır. Poulos’un çalışmasını desteklemek için Facebook sayfasından ona ulaşabilirsiniz.
(1) Aksiyon dergisi, 22 temmuz 1995
12 Temmuz 2017 Çarşamba
"Bu Şarkı Kimin?"
“Üsküdar’a gider iken, aldı da bir yağmur
Kâtibimin setresi uzun eteği çamur”
Bilindiği kadarıyla 18. yüzyıldan beri icra edilen, yaklaşık bir asır önce ilk kez kayda alınan, Balkanlarda çeşitli dillerde farklı sözlerle bilinen şarkı, şarkımız. Hatta melodisi Balkanlardan taşmış; Ermenistan’da, İran’da, hatta Japonya’da farklı enstrümanlarla çalınmıştır. Türkiye’de bugün halen yediden yetmişe herkes tarafından biliniyor, severek dinlenip söyleniyor oluşu da herhalde su götürmez.
Peki bu kimin şarkısı? Tabii ki bizim!
İnsanlar ezgilerin üzerine dizdikleri şarkı sözlerini kendi dillerinde değiştiredursun; sınır tanımadan bir coğrafyaya dağılan müzik, kendi dilinde konuşmaya, derdini anlatmaya devam eder. Aynı ezgi döner dolaşır, başka dilde konuşan insanlar tarafından okunur, dinlenilir. Sonra o meşhur soru gündeme gelir, bu şarkı kimin? Yanıtı basit ve tek: “bizim”. Kime sorduğunuza göre ‘biz’in kim olduğu değişir, fakat şarkının “bizim” olduğu değişmez.
“Katibim” Türkçe Sinema Filmi Afişi, 1956
Üsküdar’a Gider İken adıyla bildiğimiz şarkı da birçok Balkan ülkesinde farklı dillerde söylenmiş, sevilmiş, benimsenmiştir. Kiminde bir aşk şarkısı olarak söylenmektedir, kiminde ise milli marş. Bir diğerinde dini içerikli bir şarkıya dönüşür. Bu coğrafyada her kültüre biraz dokunmuş, hepsinden biraz etkilenmiştir. “Whose is this song?” belgeselinde Bulgar yönetmen Adela Peeva, bu şarkının peşine düşer. Bu belgeselde araştırmacılar Türkiye’de, Yunanistan’da Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Bosna’da, Sırbistan’da, Bulgaristan’da ziyaretlerde bulunur, kahvelere uğrar, insanların kapılarını çalar; bu şarkıyı dinletip kime ait olduğunu sorarlar. Bizim’dir, Türkiye’de Türklerin, ötede Arnavutların, beride Sırpların… Ötekilerin tamamı kendilerinden çalmıştır! Kimi zaman başka toplumlarda bu şarkının başka dillerde söylendiğine dair konuşmak ister, kovulurlar; kimi zaman görüşme yaptıkları insanlar şarkının kendilerine ait olduğunu kanıtlamak için çabalar, kendileri çalıp söyler.
Onlarca festivalde gösterilip çok sayıda ödül alan bu belgesel, hem eğlenceli, hem dramatik. Bir şarkı üzerinden Balkanların yakın tarihinde yaşananların günümüze izdüşümünü gözler önüne seriyor. Bu coğrafyada ortak kültürel mirasın bir parçası olarak ele alınabilecek müziğin, milliyetçilikle kuşatılışını; ulus tahayyülüyle, milli kimlik kuruluşuyla ilişkilendirilişini ortaya koyuyor. Milli kimlik inşa süreci pratiklerine dek bugüne dek raflar dolusu kitap yazılıp çizildiyse de, bir şarkının peşine takılarak bu anlatıların gündeliğimizde düştüğü yeri görmek çok etkileyici. Sınırların içinde bir ulusu ve o ulusun kendine has olduğu varsayılan kültürünü kurgularken, onu ayrıştırabilmek için her zaman ötekine ihtiyaç duyuluyor. Fakat bu süreç, ötekiyle paylaşılan, benzer yönler taşıyan bir kültürün tanınmasından ziyade; bir miktar icat edilen, biraz yeniden keşfedilen, bolca kurgulanan ve diyaloga yer bırakmayan haliyle kültürel farklılıkların öne çıkarılmasına dönüşüyor. Çünkü etnik gruplar kendilerini diğerlerine kıyasla yüceltip, ötekilerden üstün pozisyona yerleştirirken, her biri kendini öteki üzerinden kurgulamış oluyor.
Folklorik ögeler de bu süreçte yeni bir işlev kazanıyor. Ona ulusu “kendi içinde” birleştirici, ötekilerden de ayrıştırıcı misyon biçiliyor. Müzik de bu süreçten nasipleniyor elbette, ulusal kimliğin, kültürün bir parçası olarak öne çıkıyor. Uluslar farklılıklarını üstünlük olarak müzikle de ortaya koymaya çabalamaya da devam ediyor.
Oysa Balkanların paylaşılan kültürü, ortak kolektif hafızası bugün tüm sınırlara rağmen ortada duruyor. 400 yılı aşkın süre Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde Balkanlarda çeşitli kültürel benzerlik ve farklılıklar taşıyan topluluklar, benzer politik atmosferi, benzer sorunları, acıları tecrübe etti. Milliyetçiliğin yükselişi, 20. yüzyılın başında Balkanlardaki ulusların bağımsızlık kazanması süreci mili kimlik inşa süreciyle birlikte gelişti. Dağılışı yakın tarihe denk düşen ve geride günümüze 7 ülke bırakan Yugoslavya tecrübesi de Balkanların hafızasındaki tazeliğini koruyor. Tüm bu yaşananların günümüzdeki etkisini anlamak içinse insanlara doğrudan Yugoslavya ya da Osmanlı geçmişiyle ilgili düşüncelerini sormaya gerek yok: kavga müzik üzerinden de devam ediyor.
Bir yandan sadece Türkçede "Kâtibim" olarak bildiğimiz şarkı değil, ortak çok sayıdaki şarkı Balkanlarda paylaşılan kültürün ve toplumsal hafızanın bir göstergesi olurken; öte yandan bu şarkılar milliyetçilikle, ötekileştirmeyle bir kavganın ortasına düşüyor.
Bitirirken bir kez de biz soralım: "Bu şarkı kimin?" Tabii ki bizim.
Elbet “biz”in kim olduğunu tekrar düşünürsek...
Detaylı bilgi için:
Eleni Elefterias-Kostakidis, 'Whose Is This Song?' Nationalism and Identity through the lens of Adela Peeva, Vol. 16–17, A (2013–14): Crisis, Criticism and Critique in Contemporary Greek Studies
Belgesel Fragmanı: https://www.youtube.com/watch?v=NGCURBHF2Ss
6 Temmuz 2017 Perşembe
5 Temmuz 2017 Çarşamba
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)